24 Aralık 2017 Pazar

Fotoğraf: Doruk Seymen


ERGİN İNAN 
SANATLA BESLENEN 50 YIL


Usta Fırça Ergin İnan 50. sanat yılını kutladı. Tüm sene boyunca farklı sergiler ile sanatseverler ile buluşan ressamın arşiv niteliğinde kitabı Sevil Dolmacı Art Consultancy tarafından hazırlanandı.


 Ergin İnan’ın Malatya’da başlayan İstanbul ve Almanya’da devam eden sanat yaşamı 50. Yılını dolduruyor. Bu anlamlı yıl dönümü için Sevil Dolmacı kendi galerisinde özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Ergin İnan İle bir araya gelerek sanat üzerine keyifli bir söyleşi geröçekleştirdik.



“Atölyemde her taraf boya doludur. Sakin bir ortamda yaşıyorum.”


50. yılınızı kutluyorsunuz, Sevil Dolmacı Galeri’de özel bir sergi düzenlediniz neler söyleriniz?

Aslında 50. yıl kutlamak benim aklıma gelen bir fikir değildi. Sevil Dolmacı’nın aklına gelen bir fikirdi. 50. yıl dolunca bana hediye niteliğinde bir sergi düzenlemek istediler. Bu sergi güzel bir etkinlik oldu. Elimizden geldiğince çok esere yer vermek istedik.

Boya teknikleriniz ile öne çıkıyorsunuz temeli nereye dayanıyor?
Temeli Almanya’da gittiğim Münih Akademi’ye dayanıyor. Orada bu tekniğimi geliştirmeye başladım. 70’li yıllarda boya resimlerimi daha çok üretmeye başladım. Tabii ki okulda boya resimleri yapıyorduk. Boya teknolojisini kullanmak ya da çok iyi öğrenebilmek bazı imkanlarla oldu. Münih Akademisi’nde bulunmam o imkanı bana getirdi. Orada önemli bir hocamız vardı bize geçmişteki bütün teknikleri anlatır ve uygulamalı olarak gösterirdi.

Boya ve renk üzerindeki başarılı etkiniz için ne söylersiniz?
Geçmişten bugüne değerlendirme yaptığımda, hem deseni ve boyayı iyi kavramak, düşüncenizi çok daha iyi ortaya koymanız ile oluyor diyebilirim. Bu sergi bugünü yansıtırken geçmişten ipuçları sunuyor.

Sanatçının erken dönemlerinden günümüze kadar gerçekleştirdiği grotesk figürlerden oluşan desenler, daha sonra böcekler, yazılar ve birçok metafizik öğe, bugün Ergin İnan resmi deyince akıllara gelen form ve içerik dünyasını oluşturuyor.


Serginizde daha çok son dönem eserleriniz yer alıyor değil mi?
Evet, serginin çoğunluğu son dönem eserlerimden oluşuyor. Heykellerime de yer verdik.
Farklı disiplinlerde sanat üretiyor olmak nasıl bir süreç? Birbirini etkiliyor mu?
Aslında resim ve heykel farklı disiplinler gibi görülse de aslında aynı prensipler ile üretiliyor. Üç boyutlu çalışmak ile bir yüzeyde çizim yapmak arasında çok büyük bir fark yok. Benim bir dönem yaptığım kümbet formlarının üzerinde yaptığım resimler de resim ve heykel birleşmiş oldu. Disiplinler birlikteliği var burada. Bugünkü resim anlayışında şekillendirme ve yüzeyde çalışma bir arada görülüyor. Çağdaş resim anlayışında çok farklı performanslar bir arada bulunuyor. Teknoloji, hologram kullanımı artık resimde yaygın olarak kullanılıyor. Bütün dünyada bunu görüyoruz.

Heykel ve resim üretirken benzer bir ilhamla mı yola çıkıyorsunuz?
Heykellerimde,  resim üretirken nasıl içimden gelen bir duygu ile hareket ediyorsam burada da aynı şekilde, içimden gelen bir duygu ile ellerimle form veriyorum. Heykel çalışmalarım beni bir anlamda dinlendiriyor.

Artık imzanız haline gelene böcek figürlerinizin başlangıç hikayesi Salzburg Yaz Akademisi’nden bir hocanıza yazdığınız mektup ile başlıyor, anlatır mısınız?
Oradaki hocam aslında İtalyan’dı. Venedik’te profesördü. Yaz akademisinde derslerine katıldım oradan döndüğümde ona bir mektup yazmak istedim. Bir sanatçıya mektup yazarken sadece sözcükler olamaz diye düşündüm. Kendi resmimden bir şeyler yapmalıyım derken yerde böcekleri gördüm ve onları bir harf bir sözcük gibi resmettim. Sene 1969’du, o tarihten itibaren böcekleri resimlerime taşıdım.



Resimlerinizin üzerine yazdığınız cümlelerin, mısraların ilham kaynağı nedir?
Bazen içinden gelenleri yazdım. Mesnevi çok okuduğum için ve onun eserlerinden farklı düşüncelere daldığım için bana bir yazma fikri geldi. Bu yazma düşüncesi resim ile kaynaştı. Desenle resimi ayırt etmiyorum, ikisini de aynı metot ile gerçekleştiriyorsunuz. Yazı ayrı bir resimsel biçim. Hiçbir zaman yazdığım sözcüklerin anlamını yitirtmedim. Benim yazdıklarımda düşünceler ve mesajlar var.
Resimlerinizde kullandığınız kitap sayfalarının da hikayesini anlatır mısınız?
Bir gün sahafa gittiğimde yerde öbek öbek kağıtlar görmüştüm ve sayfalardan kolajlar oluşturarak Mektuplar eserlerimi oluşturdum. Onlara ‘Dostlara Mektuplar’ adını vermiştim. Bu kitap sayfaları Osmanlıca ve ben Osmanlıca bilmiyorum. Bir gün başımdan şöyle bir anı geçti. Fehmi Koru yaptığım bir uzun mektup eserimi görerek “Siz eski dil biliyorsunuz.” dedi. Ben bilmediğimi söyledim ama ısrar etti. Ben orada bir bal tefsirinin üzerine arı resmi çizmişim bilmeden, o sebeple bildiğimi düşündüğünü açıkladı bana. Buna tesadüf ya da sezgi diyebiliriz. O sayfaların hepsi bir resimsel bir şekilde seçiliyor, rastgele konmuyor.



Eserlerinizde hep canlı renkler var, renk sizin için ne ifade ediyor?
Aslında renk çok şey ifade ediyor çünkü çok anlam yükleyebilirsiniz. Renge ait çok cümle yazdım resimlerimin üzerine. Dönemin teknolojisinden ortaya çıkan yeni akrilik boyalar bize çok seçenek de sunuyor. Resim hissettiğiniz bir duygunun, izlenimin dışa vurumu. Renkleri taze taze kullanmalısınız. Boyayı birbirine karıştırmadan, kahverengileşmeden kullanmak önemli. Bu canlı renkleri kullanmak için çok iyi akrilik boya tekniği bilmek gerekiyor. Hangi renk ne zaman hangi renkle yan yana gelecek bunu bilmek önemli. Bütün bunlar zaman içerisinde oturuyor.
Bu yaptığınız boyama tekniğinin bir adı var mı?
Ben kendime göre bir teknik gerçekleştiriyorum, bana ait bir teknik. Boyayı kalın kullanıyorum. Daha büyük boya formlarını birbiri içerine karışmadan ya da düzenli bir karışım içinde sunuyorum, bu da içinizden gelen ani bir duyguyla oluyor. Boya içinizden gelen duygu ile birlikte sizinle harekete diyor.


Nasıl bir ortamda çalışırsınız?
Atölyemde her taraf boya doludur. Sakin bir ortamda yaşıyorum. Evimin iki katını da atölye olarak kullanıyorum. Böceklerimi yaparken akrilik kullanmıyorum, onları yaparken yağlı boya tekniği ile çalışıyorum. Akrilik çok hassas bir form ve biçimleyici olamıyor. Yağlı boya ile daha gerçekçi bir form üretebiliyorsunuz.

Yaşadığınız alanda sanata ne kadar yer var?
Evim başlanmış ve bitmemiş eserler ile dolu. Yatak odamda setin üzerinde tuttuğum resimlerim var, onlar her zaman oradalar. Bir odada kilitli tuttuğum, kimseye açmadığım resimlerim var, benim için özel olan resimler.

Yeditepe Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmaya devam diyorsunuz, nasıl bir öğretmensiniz?
Hep iyi ilişkiler içerisindeyim. Her öğrenci farklı bir çalışma yürütmek ister, ona göre farklı ödevler veriyorum. Çağdaş sanat teknoloji ile birlikte değişime uğradı. Yeniliklerin içinde neyin daha iyi olduğunu gözleyerek onlara aktarmaya çalışıyorum.

Almanya’da Güzel Sanatlar Bölümü’nde okumak size neler kattı?
İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü'nde okuduğum zaman da Alman hocalar ile okuduk. Türk- Alman birliği ile oluşmuştu okul.  İyi ki orada şekillendim. Çok önemli hocalar vardı. Malatya’dan gelen bir öğrenci olarak farkı bir eğitim anlayışını görmüş oldum. Oradan önce resim anlayışım gördüğüm bir şeyi benzeterek kağıda aktarmaktı. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda farkı düşüncelere sevk ettiler. Nokta problemini pinpon toplarını havadan atarak öğrettiler. Miro, Kandinskiy’i öğrettiler. Bach konçertosu çalıp resmini yaptırdılar. Mevlana’yı anlattılar. Bir neyzeni getirip dinleterek resim yaptırdılar. Şile’de sanat filmi çevirdik. Bütün bunlar Anadolu’dan gelen bir öğrenciyi çok etkileyecek eğitimlerdi.













8 Aralık 2017 Cuma


BİR KUZEY MASALI ESTONYA

Yeşile ve huzura doyacağınız, tarihi yapıları ile orta çağdan izler bulacağınız, modern, sanat dolu bir ülke sizi bekliyor.





Estonya’nın başkenti Talin’e Türk Hava Yolları ile ulaşabilirsiniz. 2 saat 50 dakikalık uçuş haftanın her günü karşılıklı devam ediyor.

Kuzey Ülkerleri masalsı havaları ile bilinirler. Evet, doğru, sokaklarda yürürken o kadar huzurlu ve sakinsiniz ki kendinizi bir masalın içinde sanabilirsiniz. Estonya kendine özgü siyah ekmeği, marzipanı (bedem esmesi), alabalığı ve doyamadığınız yeşil dokusuyla size huzur verecek. Estonya’nın gözünden kaçmayacak bir özelliği de sanata düşkün bir toplum olmaları. Ziyaret ettiğiniz tarihi yerlerde sürekli ve geçici sergilere şahit olacak, gittiğiniz restoran ve kafelerin tablolarla süslendiğini göreceksiniz




Sıcak insanları, lezzetli yemekleri, temiz havası ve sanata düşkün halkı ile Estonya modern zamanlar masalı arayan gezginleri bekliyor.


 TALİN

Estonya’nın başkenti Talin’e Türk Hava Yolları ile ulaşabilirsiniz. 2 saat 50 dakikalık uçuş haftanın her günü karşılıklı devam ediyor. Eski şehir ‘ Old town’ Avrupa’da kurulan ilk şehirlerden biri ve Orta Çağ’ı yaşatıyor. Unesco Dünya  Mirası Listesi’nde olan Eski şehir kiliseleri, tarihi binaları, birbirinden güzel kafe ve restoranları ile görülmeye değer.Avrupa’nın pek çok kentinde olduğu gibi sokaklarda heykellere rastlıyorsunuz. Opera ve Bale binası ve Drama Tiyatrosu Sahnesi sanatseverlerin zevkle gezecekleri yerler arasında. Toompea Tepesi şirin şehre tepeden bakarak fotoğraflamak için en güzel nokta. Orada bir Talin martısı sizi selamlayacak. Turistlere oldukça alışık olan ve siz fotoğraf çekilirken yanınızda poz veren bu şirin ev sahibi için yanınızda onun yiyeceği bir şey götürebilirsiniz. Alexander Nevsky Cathedrali bütün görekemi ile sizi karşılayacak. 1991’de Sovyet Rusya’dan ayrılan Estonya’da Rus kültüründen izler bulacaksınız. Bugün Estonlar ve Ruslar bir arada yaşıyorlar. Rehberimizin aktardığına göre araları da gayet iyi. Eski şehirin dar ve arnavut kaldırımlı yollarında gezmek oldukça eğlenceli. Ural Altay. dilinden gelen Estonca’da az da olsa anlayabileceğiniz kelimler mevcut. Raekoja meydanı’nda Avrupa’nın en eskş eczanesi var ve hala faliyette. Katarina geçidi sizi Orta Çağ havasına çağırıyor, geçitte el işi tahta ve keçe hediyelik eşyaları bulabilirsiniz. Estonya soğuk bir şehir olduğu için koyun yününden eldiven ve bereler bulabilirsiniz. Oldukça tülü bir koyun çeşitleri var ve ondan kışın sizi sıcacık tutacak ürünler yapıyorlar. Dikkatimi çeken bir diğer giyecek de keçe oldu, rengarenk keçeden yapılmış şapka ve ceketleri beğeneceksiniz. Tarihi dokulardan Kiek İn De Kök kulesi öncelikle fonetik olarak çok hoşumuza gitti. Burası Talin savunma kulesi, bir söyleyişe göre orada nöbet bekleyen askerler, evlerin mutfaklarında yemek yapan kızları görerek evlenecekleri kızı seçerlermiş, bu sbeple kulanin adı  “ Mutfak Kulesi” adıyla anılıyor. Kadriorg Palace diğer adı ile Katarena’nın Sarayı şehirde görülecek yerlerden biri. Wesenbergi’de bulınan sarayın bahçesi ve içi oldukça görkemli. Bir dönem başbakanlarına ev sahipliğ de yapan bu görkemli sarayda kalıcı ve geçici sergiler yer alıyor. Biz oradayken saray “Gerçek sanat mı yoksa taklit mi?” sorusunuz sorduran ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyordu. Şehirdeki ilgi çekici bir diğer müze “ Estonian Maritime Museum”. Burada gerçek bir denizaltının içine girerek değişik bir denyim yaşayabilirsiniz. Bu müze geçen sene Avrupa’nın en iyi müzesi ödülünün de sahibi olmuş. Similasyon uçak kullanabileceğiniz müzenin mimarisi oldukça ilgi çekici. Resim meraklıları için “Kumu Art Museum” da örülmeye değer. Bu müzeyi gezerek Estonya sanatı ve kültürü hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Alexander Nevsky Cathedrali bütün görekemi ile sizi karşılıyor.





Estonya’da badem yetişmese de marzipan yapımı oldukça yaygın. Badem ezmesini sade tüketmekten çok çikolata kaplayarak ya da aromalar ile çeşitlendirerek sunuyorlar.

NEREDE YENİR



Eski şehirde “Olde Hansa” Orta Çağ atmosferindeki dekorasyonu  ve geleneksel giysiler ile servis yapan Eston garsonları ile oldukça ilgi çekici. Rezervasyon yaptırark gidebileceğiniz konsept bir mekan da Nano. Nano ünlü eski model Beatrive Fenice’nin işlettiği özel bir restoran. Evinin altında bulunan restoranda güzel model yemekleri kendi pişirerek ikram ediyor. Yaptığı pop-art işleri, resimlerini de sergilediği mekan oldukça ilgi çekici. Baktık Denizi’nin kıyısında olması sebebiyle balığı çok fazla tüketiyorlar ve balıkları lezzetli. Hemen hemen her restoranın kendi pişirdiği Estonya  siyah ekmeği ise çok lezzetli. En lezzetli siyah ekmeği  yine eski şehrin içinde yer alan Leib& Aed’de yedim. İkinci gecemizde Noa adlı deniz kıyısı bir restoranda yedik. Modern tarzı ve şık sunumları ile kalbimizi fetheden restoranın menüsü oldukça lezzetliydi Tam bir gün batımı restoranı olan Noa’da güzel havalarda dışarıda oturarark manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Şehir merkezindeki Manna La Rossa hareketli mekanlardan bir tanesi. Akşam yemeği sonrası müzik dinlemek için orada vakit geçirebilirsiniz. Telleskivi bölgesi İstanbul Karaköy’e benzeyen oldukça güzel bir bölge, Talin’li sanatçıları gittiği popüler rotalardan biri.


Eski şehirin dar ve arnavut kaldırımlı yollarında gezmek oldukça eğlenceli. Ara sokaklardadaki birbirinden şirin kafelerde kahve içebilirsiniz.

ŞEHRİN DIŞINDA YEMEK
Mer-Mer restoran yine denizen kıyısında yeşilliğin içinde, huzur, dinginlik ve lezzet bulacağınız özel bir restoran. Şehir merkezine yaklaşık bir saat uzaklıkta. Orada yaşayan Eston bir çiftin işlettiği butik restoranda yemek yemek için önceden rezervasyon yapmalısınız, kapıdan gelenlere hizmet vermiyorlar. Sempatik çiftin sevisi ve yemekleri oldukça güzeldi. Sağlıklı yemek tercih edenlerin çok seveceği salata ve balıkları var. Yemekten sonra yürüyüşe çıkabileceğiniz doğa ile iç içe olan bu ev-restoran Estonya’daki en tatlı anılarınızdan biri olabilir.

Baktık Denizi’nin kıyısında olması sebebiyle balığı çok fazla tüketiyorlar ve balıkları lezzetli. Hemen hemen her restoranın kendi pişirdiği Estonya  siyah ekmeği ise çok lezzetli.

MARZİPAN ATÖLYESİ

Estonya’ya gittiğinizde oldukça sık duyacağınız bu kelime meraklılarının bildiği gibi badem ezmesi anlamına geliyor. Estonya’da badem yetişmese de marzipan yapımı oldukça yaygın. Badem ezmesini sade tüketmekten çok çikolata kaplayarak ya da aromalar ile çeşitlendirerek sunuyorlar. Gıda boyası ile boyanmış marzipanları hemen hemen her markette görecekseniz. Arzu  edenler Kalev adlı dükkanda 10 euro karşılığında marzipan atölyesine katılarak marzipan boyayabilirler. İçinizdeki sanatçının canlanacağı bu atölyede marzipan boyamanın inceliklerinin tiyolarını aldıktan sonra işe koyulanbilirsiniz. Boyama deneyimlemenizden sonra marzipanlara daha farklı gözle bakacaksınız.

LAHEMMA ULUSAL PARKI

Doğanın içinde yürüyüş, koşu yapmak ya da sadece sezsizliği dinlemek için Lahemma ulusal parkına gidebilirsiniz. Parkın içinde bir bataklık yer alıyor. Bataklığı insanlardan korumak için üzerine bir yürüyüş yolu yapmışlar, yanlış okumadınız doğa o kadar kıymetli ki onu mümkün olduğunca koruyorlar. Ormanın içindeki bu bataklık bölgede altın çiçeği olarak çevirebileceğimiz bir bitki var, bu bitkinin reçeli pek çok yerde karşınıza çıkacak. Uzun çam ağaçları ile dolu ulusal park temiz havası ile size yaşadığıızı hisssettirecek. Nem olmadığı için Talin’in çok temiz bir havası var. Avrupa’nın en yeşil irinci şehri olan Talin’in dışına çıktıkça daha da yeşil bir coğrafya size kucak açıyor. Ulusal parkın içinde gezerken şanlıysanız parkta yaşayan hayvanlara rastlayabşlirsiniz.


PALMSE MALİKANESİ

Palmse Malikanesi yine Talin’e bir saat uzaklıkta Barok tarzı malikanelerden biri. Estonya’da pekçok malikane var. Açık hava müzesinin içinde yer alan Palmse malikanesinin bir zamalar ev sahibi Alman bir aileymiş. Malikanenin mutfağında çeşitli siyah ekmeklerin ikram edildiği, bir zamanlar mutfak düzeninin nasıl olduğu ile ilgili hoş bir tanıtım dinlemniz mümkün. Malikane içinde yaşayanlar varmış gibi döşeli. Çalışma odasının ve kütüphanenin olduğu odalar, duvarlarda bir zamanlar malikenede yaşayanların fotoğrafları ile süslü. Bir odasında dönem kıyafetleri bulunuyor, oradan isteğiniz kıyafeti seçerek anı fotoğrafı çektirebilirsiniz.




DOĞANIN İÇİNDE BİR SPA

Estonya’da son gecemizi doğanın içinde bir spa otelinde geçirdik. Yine tarihi bir malikane olan otel, retore edilerek otel haline getirilmiş. Mükemmel bisiklet gezileri yapabileceğiniz  Vihula göz alıcı gün batımıyla da görülmeye değer. Kuzey ülkesi olduğu için sonbaharda doğal olarak güneşin geç battığı Vihula, kırmızı, pembe ışıklar saçan gün batımı ile ıldukça özel bir yer.  Doğanın içinde huzura kavuşmuşken bir de spa’da masaj yaptırırsanız akşam deliksiz bir uyku sizi bekleyecek. Vihula Country Club, lavantalarla dolu bahçesi ve bahçelerinde yetişen sebzelerle hazırladıkları yemekleri ile sağlıklı, butik ve dingin bir ortam sunuyor.



RAKVERE


 Estaonya’nın 3. büyük şehri Rakvere. Bu güzel şehirde festivaller düznleniyor; Punk müzik festivali,  uluslararası Green Christmas Müzik festivali, ve iki yılda bir Baltoscandal adlı uluslararası tiyatro festivali. Rakvere kalesi özellikle çocukların çok severek ziyeret edeceği bir kale. Kalen Orta Çağ insanlarının kostümlerini giymiş oyuncular ve sevimli hayvanlarla dolu. Rehberiniz size Orta Çağ dövüşleri ile ilgili çeşitli antrenmanlar yaptırıyor. Ok atmadan, kılç dövüşüne kadar tiyolar alacağınız kalede Orta Ç ağ lezzetlerinden oluşmuş bir yemek yiyebilirisiniz. Kalenin duvarlarından şehir manzarası da oldukça güzel gözüküyor.  Tarvas heykeli, kent meydanı, Barok Holy Trinity Kilisesi, Theotokos Ortodoks Kilisesi de gezilebilecek yerler arasında.


Estonya’dan bana kalan huzur oldu, 4 günlük Estonya gezisi bir dahaki sfere karlı günlerde gitme isteği de uyandırdı. Sıcak insanları, lezzetli yemekleri, temiz havası ve sanata düşkün halkı ile Estonya modern zamanlar masalı arayan gezginleri bekliyor.

2 Ağustos 2017 Çarşamba

ROMANYA CLUJ-NAPOCA SEYAHATİ

FESTİVAL CENNETİ CLUJ-NAPOCA



Romanya’nın ikinci büyük şehri Cluj’un adını belki de hiç duymadınız. Temiz havası ve parkları ile içinizi açan bu şehir Transilvanya’nın merkezinde sanat dolu yaşamı ve mimarisi ile keşfedilmeyi bekliyor.

Cluj-Napoca’ya İstanbul’dan Türk Hava Yolları’nın direk seferi yola çıktık, bir saat 20 dakika sonra Avram Lancu uluslararası havalimanına ulaştık.




Cluj –Napoca temiz havası ile bizi karşılıyor. Öğrenci nüfusun yoğunlukta olduğu bir şehirde olunca müzik ve sanat etkinliklerinin ardı arkasının kesilmediğini öğreniyoruz. Sakin bir hayatın hüküm sürdüğü şehir Transilvanya bölgesinin kalbinde yer alıyor ve bölgenin resmi olmayan başkenti. Şehrin için pek çok Avrupa şehri gibi tarihe saygı duruşunu eksik etmemiş ve orta Çağ’a kadar uzanan bir yelpazede mimari yapısını korumuş. 15. yüzyılda bölgede hüküm sürmüş sevilen Kral Matthias Corvinus’un görkemli heykeli, gotik sitili ile öne çıkan Michael Kilisesi, 18. yüzyıldan kalma barok stildeki Banffy  Cluj’da ziyaret etmenizi tavsiye edeceğim yapılar. 1775 yılında yapılan Banffy Sarayı barok tarzı incelemek isteyenler için ideal bir örnek olarak anılıyor.



TUZ MAĞARASI

250 metre yüksekliği ile kendinizi küçük bir nokta gibi hissettiren bu görkemli mağara dünyada görebileceğiniz en ilginç mağaralardan biri. Bir benzeri Polonya’da bulunan tuz mağarası (Salina Turda) doğanın büyüleyici yönünü bir kez daha kulağınıza fısıldıyor. Açıklı koyulu rengiyle uzaktan baktığınızda mermer görünümünde olan tuz etkileyici güzelliği ile sizi yakalıyor. Uzun bir koridordan geçtikten sonra ulaştığımız mağaranın içi o kadar büyük ki, içerinin güzelliğini rahatça seyredebileceğiniz bir dönme dolap bile kurmuşlar. Dönme dolabın yavaş ritmi içinde dönerken tuzun duvarlarda oluşturduğu muhteşem manzarayı keyifle izleyerek doğaya saygı duruşunda bulunabilirsiniz. Mağaranın içinde nefes almak ciğerlerinizi temizliyor. Salinda Turda spa hizmeti ile de tuzun şifasını misafirlerine sunuyor. Bu mağaradan 1200’lerden başlayarak tuz çıkarılmış, bugün turistik olarak hizmet veren mağara bir zamanların ticaret hayatına hizmet etmiş.

Salina Turda doğanın büyüleyici yönünü bir kez daha kulağınıza fısıldıyor. 




MEYDANLAR VE ESKİ ŞEHİR

Avrupa şehirleri meydanları ile yaşar biliyorsunuz, Cluj-Napoca’da şehrin canlılığını hissettiğiniz kafe ve restoranları ile sizi şehrin tarihini yaşamaya çağırıyor. Düz olan merkezde rahatlıkla yürüyerek gezebilir dilediğiniz gibi fotoğraf çekebilirsiniz. Union  Avram Lancu, Great Stephen, Cesur Michael ve Museum Meydanları şehrin öne çıkan meydanları. Tarihi kalıntılar şehrin M.Ö 106-275 yıllarında, Roma döneminde de ekonominin merkezi olduğunu kanıtlıyor. Square meydanında Roma dönemine ait kalıntıları cam bir bölmede sergileniyor. Döneminin sevilen Kralı Mathias Corvious’un görkemli heykeli ve yine gösterişli St. Michael klişesi Square meydanında bulunuyor. Avram Lancu meydanı 19. yy’dan kalma ortadoks kateadraline ev sahipliğ yapıyor. Romanya tarihinin önemli isimlerinden Avram Lancu’nun heykeli de burada yer alıyor. Eski şehrin en eski meydanı Museum meydanı tam tamına yedi hektar büyüklüğünde.

Kral Mathias Corvious heykeli.


Tiyatro Binası



TRANSİLVANYA ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Büyük bir özveri ile meydana getirilen Transilvanya etnografik müzesi bir açık hava müzesi ve oldukça ilginç bir müze.ulkenin dört bir yanından getirilen ağaç evler orjinal halleri korunarak tekrardan Yapilmis.Dusunun ki bir köyde bulunan tarihi evler önce bölümlere ayrılarak merkeze taşınıyor ve orda tekrar bir araya getiriliyor. Hepsi karakteristik özellikler taşıyan bu ağaç evlerin bakımı açık havada oldukları için ayrı bir ozenle bakılıyor.Transilvanya da ki ev biçimlerini ve gelişimini yıldan yıla gözlenebilir iz bu büyük müze sizi bir zaman yolculuğunda hissettiriyor.Acik hava müzesinde üç önemli klise de yer alıyor.




Bu ahşap klise oldukça etkileyici bir atmosfere sahip.

LEZZET

Romanya’nın kahvaltı kültürü bizimki ile benzerlik gösteriyor. Avrupa seyahatlerinde çok alışık olmasak da beyaz peynir ve domates onların da Romanyalıların da kahvaltıda vazgeçemediği lezzet. Osmanlı kültüründen miras kalan lahana sarmaya ‘sarmali’ diyorlar ve en yaygın bulunan lezzetlerden biri. Farklı çorba çeşitleri bulmak mümkün. Fasülye çorbası farklı bir lezzet olarak denenebilir. Dondurma sevenler ve farklı tatlara açık olanlar zencefilli ve limonlu dondurma tatmalarını öneririm. Şehrin merkezindeki Moritz Eis alışmadığımız dondurma çeşitleri ile bizi şaşırttı. Organik beslenmenin hızla önemini arttırdığı günümüzde Rod restoran tamamen organik ve yöresel ürünler sunuyor. Ekmek o anda size özel olarak pişiriliyor. Restoranın şefi çevre köylerden aldıkları doğal ürünler ile mevsime harika lezzetler sunuyor. Restoranın marketi köylerden aldığı lezzetli peynirleri ve organik reçelleri sevdiklerinize götürmeniz için sunuyor. Tavşan eti severler şefin özel tarifini deneyimleyebilirler. 


Zencefilli ve limonlu dondurma için merkezdeki Moritz dondurmacısına uğrayın.

Row fırında sizin için özel olarak pişirdiği ekmeği ile mutluluk kaynağı. Her ürün civardaki köylerden getirilen organik bir mutfağa sahip.


SANAT

Cluj sanat ile yaşıyor. Sosyalist rejimden sonra şehir kendini sanat ile ifade etmek ve ifadeyi paylaşmak isteyen insanlar ile dolmuş. Eski bir fabrikayı restore ederek bir sanat merkezi haline getirmişler. Fabrica de Pensule yani fırça fabrikası bugün yaşayan bir sanat merkezi. Resim, müzik, tiyatro atölye ve gösterileri ile şehrin en popüler sanat merkezi. Uluslararası bir tiyatro festivaline ev sahipliği yapıyor ve genç ressamlara sponsor olarak çalışmalarını destekliyor. Daha önce bir likör fabrikası olan H33 tasarım alanında hizmet veriyor ve sıra dışı sergilere ev sahipliği yapıyor.

Fabrica de Pensule yani fırça fabrikası bugün yaşayan bir sanat merkezi. 


 Daha önce bir likör fabrikası olan H33 tasarım alanında hizmet veriyor ve sıra dışı sergilere ev sahipliği yapıyor.

H33'de tasarım ürünlere bakarken.

UNTOLD MÜZİK FESİVALİ

İlk olarak 2015 Yılında Romanya’da müzik severler ile buluşan festival daha ilk yılında Avrupa’nın ‘’En iyi büyük çaplı festivali’’ ödülünü aldı. 4 gün süren Untold Müzik Festivali bu yıl 350 bin genci ağırlamaya hazırlanıyor. Düzenlendiği ilk yıldan itibaren dünyanın en ünlü DJ ve müzik gruplarına yer veren sahneler ve 24 saate yayılan etkinlikler yıl boyu bu anı bekleyen gençler için ödül gibi.  Untold’u diğer festivallerden daha da farklı kılan ise sosyal sorumluluk projeleri ile ülke ve dünya çapında birçok ödüle sahip olması. Efsanevi Dracula’ya atıf yapılarak hayata geçirilen “Kan ile öde” kampanyası ile katılımcıların festival biletlerini kendi bağışladıkları kan ile elde etmeleri sağlanmış. Bu yıl festivalde ana sahnede sahne alacaklar arasında Hollandalı DJ’ler Armin van Buuren, Afrojack, İngiliz şarkıcı ve söz yazarı Ellie Goulding, Amerikalı elektro house müzisyeni Steve Aoki bulunuyor.




Untold Avrupa’nın ‘’En iyi büyük çaplı festivali’’ ödülünü aldı.



TIFF FİLM FESTİVALİ

120 bin izleyici ile Transilvanya Uluslararsı Film Festivali ülkede büyük ilgi fören bir festival. 16 yıldır yapılan ve her yıl biraz daha büyüyen festival dünya sinemasının önemli isimlerini Romanya’ya çekiyor. Festival yazın gerçekleştiği için yüzlerce kişilik açık hava sinemaları kuruluyor. Dolunay gecesine özel fantastik film seansı oldukça ilgi görüyor. Festival bu yıl ünlü Fransız aktörü konuk ederek onun da katıldığı özel bir film gösterimi düzenledi.


 Festival bu yıl ünlü Fransız aktör Alain Delon'u konuk ederek onun da katıldığı özel bir film gösterimi düzenledi.

KOMEDİ FİLM FESTİVALİ

Avrupa’nın  en büyük komedi film festivali Cluj-Napocca’da gerçekleşiyor. Bu yıl festival 20-29 Ekim arasında gerçekleşecek. Festivalde 900 film komedi film meraklıları ile buluşacak.

PARKTA CAZ
Şehrin göbeğinde bulunan Central parkı Cluj’da yaşayanların sık ziyaret ettiği bir nokta. Günün her saatinde spor yapan insanlarla karşılaşacağınız parkta yaz aylarında caz festivali düzenleniyor. Üç gün boyunca biletli ve biletsiz pek çok konser caz severler ile buluşuyor.

Cluj- Napocca’da festivaller bu kadarı ile sınırlı kalmıyor. Güzel sanatlar, performans sanatları, sokak sanatı, moda tasarımcılığı gibi farklı disiplinleri içeren TIMAF festivali sadece Romanya’ya özel bir festival.









23 Haziran 2017 Cuma

YUNAN ADALARI


GÜVERTEDE SONSUZ HUZUR

Mitolojinin kucağına düşmek ve bugünkü edebiyatın oluşmasına kaynaklık eden efsaneleri öğrenmek için gidilecek en güzel rota Yunan adaları. Lezzetin, denizin, ıssız kumsalların tadını çıkarmak için en konforlu seyahat olan gemi seyahatini seçtik. Celestyal Cruises ile çıktığımız Yunan adaları turunda günün yorgunluğunu sonsuz bir huzur bulduğumuz güvertede attık.

Celestyal Cruises’un 3, 4 ve 7 gecelik alternatiflerle hazırladığı Euphoric Aegean Turları 19 Ekim’e kadar farklı seçeneklerle devam edecek.

Cruise seyahati ile ilgili deneyimim çocukluğumda anneannemle yaptığım İzmir –İstanbul yolculuğunu kapsıyordu. Celestyal Cruises ile yaptığımız Nafplion’dan başlayıp Girit’e uzanan ve Rodos’da son bulan seyahat konforun ve lüksün buluştuğu deniz üstende keyifli bir yolculuğa dönüştü. Her bir adası ayrı bir coşku, renk ve lezzet barındıran Yunan adaları masalsı bir seyahat arayanların rotası olmalı. Zengin mitoloji hikayeleri ile hayallere sürüklenip, Yunan mutfağının damak tadımıza uyan lezzetleri ile gurme yanımızı memnun edip ıssız kumsallarda ruhumuzu arındırdık. Celestyal Cruise Nefeli gemisi konforlu süit kamaraları, titiz ve güler yüzlü personeli ile konforlu bir tatil vadediyor. Gece şovları ve gündüz danstan tutun da dil derslerine kadar organize edilmiş programları ile keyifli bir gemi yolculuğu sizi bekliyor. Gündüz Yunan adalarını gezdikten sonra akşam gemide rahat bir uyku öncesi Sana Spa ile masaj keyfi yaşayabilirsiniz. Açık büfesindeki lezzetlerin yanı sıra a la carte restoran denizin üstünde beş yıldızlı bir hizmete imza atıyor.


Yunan adaları seyahati, zengin mitoloji hikayeleri ile hayallere sürüklenmek, Yunan mutfağının damak tadınıza uyan lezzetleri ile gurme yanınızı memnun etmek ve ıssız kumsallarda ruhunuzu arındırmak demek.

 ROTALAR

Celestyal Cruises’un 3, 4 ve 7 gecelik alternatiflerle hazırladığı Euphoric Aegean Turları 19 Ekim’e kadar farklı seçeneklerle devam edecek tur programında Celestyal Nefeli yolcularını İzmir’in Çeşme limanından alıyor. Üç gecelik Euphoric Aegean Turları’nda Mikonos, Atina, Santorini; yedi gecelik turlarda ise bu limanların dışında Girit Hanya, Rodos ve Naphlion gezilebilir. Her bir turda; Ege iklimini doya doya soluma fırsatı sunan programa göre Mikonos’da gece yarısını yaşamadan gemi kalkmıyor. İhtişamlı konakları ile Venedik mimarisinin izlerini taşıyan Siros’da keyifli bir gün batımı yemeğini yiyebilir, Akropolis tepesinden Atina’ya doya doya bakabilirsiniz.







NAFPLION
İzmir Limanın’ndan başlayan seyahatimiz gece dinlenmenin ardından sabahın erken saatlerinde vardığınız Nafplion şehriyle başlıyor. Nafplion bir ada değil ve Yunanaistan’ın ilk başkenti.
Sabah kamaramda uyanınca ilk işim pencereye giderek perdelerimi açmak oldu. Karşımda şirin bir liman buldum. Güneş ışıkları denize yansıyor ve ada beni çağırıyordu. Hemen güverteye çıkarak temiz havada kahvaltı yapmanın tadını çıkardım. Kahvaltı sonrası Nafplion turuna derin bilgisi ile bizi etkisi altına alan rehperimiz Penelope ile çıktık. Nafplion; Frenkler, Venedikliler ve Osmanlılar gibi pek çok fatihin topraklarından gelip geçtiği ve kendi çalkantılı hikayelerini yazdığı bir liman şehri olmuş. Antik surları, kaleleri, Osmanlı çeşmeleri, Venedik evleri ve neoklasik köşkleri ile Nafplion tarihe açılan bir kapı. Şehrin en hareketli yeri Syntagmatos Meydanı. Gittiğimizde baharın gelişini kutlayan Yunanlıların tatil günüydü, yerel halkın da hafta sonu ve tatillerini geçirmeyi tercih ettiği bu liman şehri oldukça hareketliydi. . Agios Spyridonas Kilisesi ve Da Vinci'nin "Gizli Yemeği"nin bir kopyası da dahil bir dizi önemli duvar resminin bulunduğu Agios Georgios Kilisesi gezilecek yerler arasında bulunuyor. Bu keyifli şehirde iki Osmanlı camisi de bulunuyor.



Korint Kanalı
Korint Körfezi ile Saronik Körfezi'ni birbirine bağlayan ve Mora yarım adasını Yunan anakarasından ayıran 6km'lik bu kanal günümüzde yelkenlilerin seyahatlerinde tercih ettikleri bir yol olmuş. Yapımı, Süveyş Kanalı'nı kuran ekip tarafından 1893 yılında tamamlanan kanal bizim gibi turistlerin uğrak noktası. Ege ve İyon Denizi’ni birbirine bağlayan kanal denizcilerin 700 kilometrelik bir mesafeden tasarruf etmelerini sağlıyor. Günde 30, yılda yaklaşık 11 bin gemiye ev sahipliği yapan Korint Kanalı, dünyadaki diğer kanallara göre oldukça küçük olması ile dikkat çekiyor. Turistik teknemizde kahvemizi içerek biz de bu kanaldan geçme deneyimimizi tamamlıyoruz.



Miken
Nafplion’dan Mora’nın eşsiz dağlık manzarasına karşı gezdiğimiz Miken turu; Bronz Çağı Sarayı ve Epidavros antik terapi ve dini merkezini içeriyor. Homeros tarafından “bol altınlı, güzel inşa edilmiş Miken“ şeklinde ifade edilen bu antik şehir, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor. Sofistike kale mimarisinin ilk örneklerinden olan Bronz Çağı Sarayı tarihe meraklı olanların gezmekten keyif alacağı bir serüvene dönüşüyor. Agamemnon mezarı olarak da bilinen Atreus’un büyük hazinesine girerken, siz de kendinizi yeraltı dünyasına yolculuk yapıyor gibi hissedebilirsiniz.


Merkez
Küçük restoranları, pancurlu evli sokakları ile Nafplion yürüyüş yapmaktan ve fotoğraf çekmekten çok hoşlanacağınız bir yapıda.  Buradan hediye almak isterseniz birbirinden güzel tespiher ve tasarım takılar bulabilirisiniz.

GİRİT

Cruise seyahatimizin ikinci rotası Girit’in ikinci büyük kenti Hanya. Antik Venedik Limanı’nın çevresinde kurulmuş bir sahil kentine Soudas Limanı’ndan giriş yapıyoruz.

Ağustos ayı boyunca yapılacak vizesiz turlarda Celestyal Nefeli, her salı ve cumartesi günleri İzmir’in Çeşme limanından Ege sularına açılacak.


Hanya gerçek bir zeytinyağı cenneti. Rehberimizin anlattığına göre dünyanın en uzun yaşayan insanları bu adada yaşıyor. Adaya adım attığınız anda dinginliği sizi sarıyor. Sabah kahvemizi aldığımız küçük kafenin garsonu annesinin taze yaptığı keki bize önerinde hayır diyemiyoruz. Ada halkının doğallığını ve samimiyetini hemen hissediyorsunuz. Hanya’da el işçiliği ile yapılan bıçaklar meşhur. Geleneğe göre sevgilisini seçen genç kızlar bu bıçaklardan alarak sevdiklerine hediye ediyorlar. Delikanlılarda bu bıçağı görünür bir yerde taşıyarak kalplerinin birine ait olduğu mesajını veriyorlar. Bizimkine benzer diyebileceğim bir Kapalıçarşıları var. Orada birbirinden farklı çeşitteki zeytinleri tadarak damak tadınıza en çok uyanları alabilirsiniz. Adada gravyer peyniri üretimi yaygın ve peynirleri çok lezzetli. Sevdiklerinize hediye alacaksanız Hanya’dan gidecek en güzel hediye hiç şüphesiz lezzetli ve sağlıklı zeytinyağları.

Sevdiklerinize hediye alacaksanız Hanya’dan gidecek en güzel hediye hiç şüphesiz lezzetli ve sağlıklı zeytinyağları.



Hanya’da Osmanlı hükümranlığıyla birlikte kiliselerin hepsi önce cami; sonra adada Müslüman kalmayınca tekrar kilise olmuş. Bu dönüşümü yaşayan Aziz Nikolaos Kilisesi Hünkar Camisi’nden bugün hem kilise çanı hem de minare yükseliyor.  Osmanlı izlerini taşıyan diğer yapılar ise Küçük Hasan Paşa Camii, Yusuf Paşa Camii, Yusuf Paşa Hamamı. Benzersiz butikler için Splantzia Bölgesi'ni ve Zambeliou, Theotokopoulou ve Angelou caddeleri’nde günümüzde açık hava restoranı olarak hizmet veren çatısız Venedik binalarını keşfedebilirsiniz.



RODOS

Güneş Tanrıçası Hellios’un adası Rodos’tan limanı seyrederken Dorlar tarafından yaptırılan dev bronz heykelin hayalini kurmadan duramıyor insan. Bugün burada karşımızda olsaydı gözü açık yaşanan bir masalın içinde olurduk.


En iyi korunmuş Orta Çağ yerleşimlerinden bir olan Rodos bugün UNESCO Dünya Kültür Mirası Anıtları listesinde yerini almış durumda.

    Bütün tarihi yerleşim yerlerinde olduğu gibi ada eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Adada hüküm süren her ulus kendi yaşamından izler bırakmış. Eski şehir Orta Çağ’dan kalan kalesi ve dört kilometre uzunluğundaki duvarları ile sizi farklı bir hava solumaya davet ediyor. En iyi korunmuş Orta Çağ yerleşimlerinden bir olan Rodos bugün UNESCO Dünya Kültür Mirası Anıtları listesinde yerini almış durumda. Osmanlılar gelene kadar Rodos Şövalyeleri (Saint Jean Şövalyeleri) 14. ve 15. yüzyılda adada hüküm sürerek izlerini bıraktılar. Şövalyeler Sokağı turitlerin adada gezmekten keyif aldığı yerlerin başında geliyor. Grand Masters Sarayı yani Ustalar Sarayı ilk ziyaret edeilecek noktalardan biri. Şövalyeler döneminin en önemli eserlerinden olan sarayın yerleri Kos adasından getirtilen mozaiklerle süslenmiş. Şövalyeler Sokağı bugün tamamen orjinal hali ile korunmaya devam ediyor, Rodos’tan sonra Malta’ya giden ve Malta Şövalyeleri olarak anılan şövalyeler hala varlığını sürdürüyor ve devlet dışı aktör statüsü taşıyor.


LİNDOS
Lindos antik çağ döneminin önemli yapılarını kapsayan adı kadar tatlı ve huzurlu bir bölge. Lindos Akropolis Rodos ziyaretiniz sırasında ihmal etmemeniz gereken en önemli yerlerden biri. Lindos’a kara ya da deniz yolu ile ulaşabiliyorsunuz. Akropolis’in zirvesinde de Lindos Athena Tapınağı, Antik dünyanın en kutsal yerleri arasında yer alıyor. Büyük İskender, Troyalı Helen ve Herakles’in de ziyaret ettiği söylenen tapınaktan aşağı baktığınızda efsanevi bir manzara ile karşılaşacaksınız. Merdivenleri tırmanarak evet yorulacaksınız ama inanın zirveye vardığınızda yorgunluğunuzu unutturacak bir güzellik sizi bekliyor olacak.




ANTHONY QUİNN VE SAİNT PAUL PLAJLARI

Rodoa’a giderseniz sakin bir koy, sessizlik,  harika bir deniz ve iyi frappe kahve için Antony Quinn ve Saint Paul plajlarını tavsiye ediyorum. Adanın her yeri birbirinden güzel plajlarla dolu, isterseniz her gün bir başkasını deneyimleyebilirsiniz. Plajın adı neden dünyaca ünlü aktörün adını almış diye sorarsanız Anthony Quinn’in başrolünde oynadığı Navaron’un Topları (The Guns of Navorone) filminin bazı sahneleri bu muhteşem plajda çekilmiş.

Gerçek cruise deneyimi sunan Türkiye çıkışlı tek cruise markası Celestyal Cruises; geçtiğimiz sezonlarda uyguladığı Vizesiz Yunan Adaları & Atina turlarıyla bu sezon da seyahat severlere güzel bir tatil vadediyor.


İsmet Doğan Röportaj

Fotoğraf: Doruk Seymen


İSMET DOĞAN
BEN BİR BEDENİM SERGİSİ

Çağdaş Sanatçı İsmet Doğan’ın “Melez Anlatılar” Kitabı ile “Ben Bir Bedenim” sergisi sergiyle bütünleşen Hasköy İplik Fabrikasında sanatseverlerle buluştu. 





İsmet Doğan’ın sergisinin küratörlüğünü Franciska Niemand üstleniyor. Sanatçının son 30 yılda ürettiği işlerden oluşan sergi Hasköy İplik Fabrikasının büyüleyici ortamı ile birleşerek tadına doyulmaz dakikalar yaşatıyor. Videodan, enstalasyona, heykel ve ayna çalışmalarına kadar zengin bir içerik sanatseverleri bekliyor.


Melez Anlatılar kitabınızdan bahseder misiniz?
Yaklaşık 3,4 seneden beri üzerinde çalıştığım bir proje. Burada oldukça zorlu bir süreç. Ne yaptığımın anlaşılmadığını düşündüğüm için, meselemi başka yazarlarında paylaştığı, sorguladığı monografik bir kitap.

 Hasköy İplik Fabrikası’nda bulunan Ben Bir Bedenim serginizin içeriğinden bahseder misiniz?
Bu serginin küratörü Franciska Niemand diyor ki; bu sergi asıl olarak İsmet Doğan’ın son otuz yılda ürettiği geniş kapsamlı çalışmalara dair kronolojik bir görüş sağlamayı amaçlamamaktadır. Daha  ziyade farklı serilerinin altında yatan temaları birbirine bağlamaya, İsmet Doğan’ın sanatsal faaliyetlerini güdüleyen ana fikrine yanaşmaya çalışmaktadır. Bütün tablolarında, fotoğraflarında, videolarında, enstalasyonlarında, heykellerinde, kolajlarında ve aynalarla olan çalışmalarında karşılaşılabilen bu ana fikrin Dış ve İç arasındaki çatışma olduğu ortaya çıkacaktır.


 Resim ile ilgili olarak anılarınızda ilk neler var?
 Ortaokulda hocalarımın teşviki var.

 Ressam olarak hayatınızı devam ettirmeye ilk karar verdiğiniz dönem hangisiydi?
1982 senesi, ödüller alıyordum, bir atölye oluşturarak ressam olmayı deneyimledim. Delice bir karardı. Hala şaşırıyorum, başka bir şey yapamazdım.

Resime ilk başladığınızdaki ilham kaynağınız ile bugünkü ilham kaynağınız örtüşüyor mu? Farklılaştı mı?
Tabii ki farklılaşıyor, ama sorular ve sorunsallar aynı. Sanatçı olarak yaşamak ve devamlı resim yapmak bir serüven.

Fransa’da eğitim aldınız  orada resim ile ilgili anılarınız, deneyimleriniz neler oldu?
Kısaca hayal kırıklığı oldu. Tabii ki görgü kazandım.


Yurt dışından beğendiğiniz sanatçılar kimler?
 Gerard Rihter,Olafur Eliasson, kolaj yapan ressamlar, tüm feminist sanatçılar, Çinli ve İranlı sanatçılar gibi adı bende saklı başka çağdaş sanatçılar.

Bilinci beslemek gerekiyor diyorsunuz, nasıl besliyorsunuz bilincinizi?
 İki şekilde, öncelikle dünyasal ve kuramsal.


Türkiye’de çağdaş sanatın gelişimi ile ilgili neler söylersiniz?
Çağdaş sanat mecrası çok sorunlu, kimse kimseyi tanımıyor, tanımak için de bir çaba sarf etmiyor, kısaca kurumların ve bu aktörlerin saydamlaşması gerekiyor. Kutuplaşmayı aşarsak dünyalı olabiliriz. Bu da kendi “değer”lerimizi değerlendirmekle olur.


“Sanatçı hep aynı şeyi yapar psikolojik açıdan. Yani en derinde hep aynı şeyi yapıyorsun.” demişsiniz, siz sanatınızda neyi dert ediniyorsunuz?
Öncelikle bedeni, kim olmayı, ne olmayı değil…

Resim okuyan gençlere ne tavsiye edersiniz?

Bir dünya oluşturmalarını ve bu dünyayı etkileyen klasik ve çağdaş temel kuramlarını yani litaratütürü öğrenmelerini tavsiye ederim. Gençler litaratürü yok sayıyor, bu çok cahilce ve tehlikeli.



Atölye ortamınız nasıldır? 
Klasik bir atölye ortamı yok, çünkü çağdaş sanat yapıyorum. Öyle bohem sanatçı tavırlarını sevmiyorum. Bazen bir bilim adamı gibi, bazen bir derviş gibi, bazen de bir şaman gibi… Beni motive eden şey rüyalarım çünkü sürekli, durmaksızın değişik rüyalar görüyorum.Örneğin “Yer Değiştirme”yi rüyalarımda yakaladım. Sonra Freud’dan referans aldım.

Lapsus kitabınızın içeriğinden bahseder misiniz? Bir manifestoydu diyebilir miyiz?
Evet, bir manifesto olduğunu  Levent Çalıkoğlu söyledi. Çünkü Batı ve batıcıl sanat yapan sanatı eleştirmekti. Hala batı sanat dünyasına oynayan birçok  sanatçı ve küratörleri anlamakta zorluk çekiyorum. Batıyı merkez almalarını anlayamıyorum. Tabii ki batıyı ciddiye almadığım anlamına gelmemeli bu sözlerim.



Sanat sizin için ne demek?
Öncelikle, “Sanatçı nedir?” diye sormaya ve düşünmeye başladım. Sanatçı gariptir, tuhaftır, endişelidir, yamuktur, resmi ideoloji ile asla barışık değildir, ne istediğini bilmeyendir; “mekân” ve “zaman” ile sorunları olan, dünyanın durumuna üzülen, her daim acı çeken ama bunu çalışmalarında gösteren, kafası-zihni her daim karışabilen, çocuksu, saf, hem “feminist” hem de post-feminist, yaşadığı, karşılaştığı dişil varlıklardan korkan aynı zamanda eril bakışa, patriyarkal sisteme karşı çıkabilen bir varlıktır. Dolayısıyla sanatçıyı sorgularken, sonrasında sanatı da sorgulamaya başladım ontolojik olarak. Dolayısıyla dil-kültür, metin, söylem, gösterge ve imge benim sorunsallarım oldu. “Kimlik, kültürel bir inşadır.” Bizler toplumsal süreçte kişi oluruz. Bu noktada da dilin, kimlik kavramının anlaşılmasına aracılık ettiğini belirtmek gerekir. Tabii ki kimlik mutlak değildir. Sanat aslında kimlik sorgulamasıdır.