Fotoğraf: Doruk Seymen
İSMET DOĞAN
İSMET DOĞAN
BEN BİR BEDENİM SERGİSİ
Çağdaş Sanatçı İsmet Doğan’ın “Melez Anlatılar” Kitabı ile “Ben Bir Bedenim” sergisi sergiyle bütünleşen Hasköy İplik Fabrikasında sanatseverlerle buluştu.
İsmet Doğan’ın sergisinin küratörlüğünü Franciska Niemand
üstleniyor. Sanatçının son 30 yılda ürettiği işlerden oluşan sergi Hasköy İplik
Fabrikasının büyüleyici ortamı ile birleşerek tadına doyulmaz dakikalar
yaşatıyor. Videodan, enstalasyona, heykel ve ayna çalışmalarına kadar zengin
bir içerik sanatseverleri bekliyor.
Melez Anlatılar kitabınızdan bahseder misiniz?
Yaklaşık 3,4 seneden beri üzerinde çalıştığım bir proje.
Burada oldukça zorlu bir süreç. Ne yaptığımın anlaşılmadığını düşündüğüm için,
meselemi başka yazarlarında paylaştığı, sorguladığı monografik bir kitap.
Hasköy İplik
Fabrikası’nda bulunan Ben Bir Bedenim serginizin içeriğinden bahseder misiniz?
Bu serginin küratörü Franciska Niemand diyor ki; bu sergi
asıl olarak İsmet Doğan’ın son otuz yılda ürettiği geniş kapsamlı çalışmalara
dair kronolojik bir görüş sağlamayı amaçlamamaktadır. Daha ziyade farklı serilerinin altında yatan
temaları birbirine bağlamaya, İsmet Doğan’ın sanatsal faaliyetlerini güdüleyen
ana fikrine yanaşmaya çalışmaktadır. Bütün tablolarında, fotoğraflarında,
videolarında, enstalasyonlarında, heykellerinde, kolajlarında ve aynalarla olan
çalışmalarında karşılaşılabilen bu ana fikrin Dış ve İç arasındaki çatışma
olduğu ortaya çıkacaktır.
Resim ile ilgili
olarak anılarınızda ilk neler var?
Ortaokulda
hocalarımın teşviki var.
Ressam olarak hayatınızı
devam ettirmeye ilk karar verdiğiniz dönem hangisiydi?
1982 senesi, ödüller alıyordum, bir atölye oluşturarak
ressam olmayı deneyimledim. Delice bir karardı. Hala şaşırıyorum, başka bir şey
yapamazdım.
Resime ilk başladığınızdaki ilham kaynağınız ile bugünkü
ilham kaynağınız örtüşüyor mu? Farklılaştı mı?
Tabii ki farklılaşıyor, ama sorular ve sorunsallar aynı.
Sanatçı olarak yaşamak ve devamlı resim yapmak bir serüven.
Fransa’da eğitim aldınız
orada resim ile ilgili anılarınız, deneyimleriniz neler oldu?
Kısaca hayal kırıklığı oldu. Tabii ki görgü kazandım.
Yurt dışından beğendiğiniz sanatçılar kimler?
Gerard Rihter,Olafur
Eliasson, kolaj yapan ressamlar, tüm feminist sanatçılar, Çinli ve İranlı
sanatçılar gibi adı bende saklı başka çağdaş sanatçılar.
Bilinci beslemek gerekiyor diyorsunuz, nasıl besliyorsunuz
bilincinizi?
İki şekilde,
öncelikle dünyasal ve kuramsal.
Türkiye’de çağdaş sanatın gelişimi ile ilgili neler
söylersiniz?
Çağdaş sanat mecrası çok sorunlu, kimse kimseyi tanımıyor, tanımak
için de bir çaba sarf etmiyor, kısaca kurumların ve bu aktörlerin saydamlaşması
gerekiyor. Kutuplaşmayı aşarsak dünyalı olabiliriz. Bu da kendi “değer”lerimizi
değerlendirmekle olur.
“Sanatçı hep aynı şeyi yapar psikolojik açıdan. Yani en derinde
hep aynı şeyi yapıyorsun.” demişsiniz, siz sanatınızda neyi dert ediniyorsunuz?
Öncelikle bedeni, kim olmayı, ne olmayı değil…
Resim okuyan gençlere ne tavsiye edersiniz?
Bir dünya oluşturmalarını ve bu dünyayı etkileyen klasik ve
çağdaş temel kuramlarını yani litaratütürü öğrenmelerini tavsiye ederim.
Gençler litaratürü yok sayıyor, bu çok cahilce ve tehlikeli.
Atölye ortamınız nasıldır?
Klasik bir atölye ortamı yok, çünkü çağdaş sanat yapıyorum.
Öyle bohem sanatçı tavırlarını sevmiyorum. Bazen bir bilim adamı gibi, bazen
bir derviş gibi, bazen de bir şaman gibi… Beni motive eden şey rüyalarım çünkü
sürekli, durmaksızın değişik rüyalar görüyorum.Örneğin “Yer Değiştirme”yi
rüyalarımda yakaladım. Sonra Freud’dan referans aldım.
Lapsus kitabınızın içeriğinden bahseder misiniz? Bir manifestoydu diyebilir miyiz?
Evet, bir manifesto olduğunu Levent Çalıkoğlu söyledi. Çünkü Batı ve
batıcıl sanat yapan sanatı eleştirmekti. Hala batı sanat dünyasına oynayan
birçok sanatçı ve küratörleri anlamakta
zorluk çekiyorum. Batıyı merkez almalarını anlayamıyorum. Tabii ki batıyı ciddiye
almadığım anlamına gelmemeli bu sözlerim.
Öncelikle, “Sanatçı nedir?” diye sormaya ve düşünmeye
başladım. Sanatçı gariptir, tuhaftır, endişelidir, yamuktur, resmi ideoloji ile
asla barışık değildir, ne istediğini bilmeyendir; “mekân” ve “zaman” ile
sorunları olan, dünyanın durumuna üzülen, her daim acı çeken ama bunu
çalışmalarında gösteren, kafası-zihni her daim karışabilen, çocuksu, saf, hem
“feminist” hem de post-feminist, yaşadığı, karşılaştığı dişil varlıklardan
korkan aynı zamanda eril bakışa, patriyarkal sisteme karşı çıkabilen bir
varlıktır. Dolayısıyla sanatçıyı sorgularken, sonrasında sanatı da sorgulamaya
başladım ontolojik olarak. Dolayısıyla dil-kültür, metin, söylem, gösterge ve
imge benim sorunsallarım oldu. “Kimlik, kültürel bir inşadır.” Bizler toplumsal
süreçte kişi oluruz. Bu noktada da dilin, kimlik kavramının anlaşılmasına
aracılık ettiğini belirtmek gerekir. Tabii ki kimlik mutlak değildir. Sanat
aslında kimlik sorgulamasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder