23 Haziran 2017 Cuma

İsmet Doğan Röportaj

Fotoğraf: Doruk Seymen


İSMET DOĞAN
BEN BİR BEDENİM SERGİSİ

Çağdaş Sanatçı İsmet Doğan’ın “Melez Anlatılar” Kitabı ile “Ben Bir Bedenim” sergisi sergiyle bütünleşen Hasköy İplik Fabrikasında sanatseverlerle buluştu. 





İsmet Doğan’ın sergisinin küratörlüğünü Franciska Niemand üstleniyor. Sanatçının son 30 yılda ürettiği işlerden oluşan sergi Hasköy İplik Fabrikasının büyüleyici ortamı ile birleşerek tadına doyulmaz dakikalar yaşatıyor. Videodan, enstalasyona, heykel ve ayna çalışmalarına kadar zengin bir içerik sanatseverleri bekliyor.


Melez Anlatılar kitabınızdan bahseder misiniz?
Yaklaşık 3,4 seneden beri üzerinde çalıştığım bir proje. Burada oldukça zorlu bir süreç. Ne yaptığımın anlaşılmadığını düşündüğüm için, meselemi başka yazarlarında paylaştığı, sorguladığı monografik bir kitap.

 Hasköy İplik Fabrikası’nda bulunan Ben Bir Bedenim serginizin içeriğinden bahseder misiniz?
Bu serginin küratörü Franciska Niemand diyor ki; bu sergi asıl olarak İsmet Doğan’ın son otuz yılda ürettiği geniş kapsamlı çalışmalara dair kronolojik bir görüş sağlamayı amaçlamamaktadır. Daha  ziyade farklı serilerinin altında yatan temaları birbirine bağlamaya, İsmet Doğan’ın sanatsal faaliyetlerini güdüleyen ana fikrine yanaşmaya çalışmaktadır. Bütün tablolarında, fotoğraflarında, videolarında, enstalasyonlarında, heykellerinde, kolajlarında ve aynalarla olan çalışmalarında karşılaşılabilen bu ana fikrin Dış ve İç arasındaki çatışma olduğu ortaya çıkacaktır.


 Resim ile ilgili olarak anılarınızda ilk neler var?
 Ortaokulda hocalarımın teşviki var.

 Ressam olarak hayatınızı devam ettirmeye ilk karar verdiğiniz dönem hangisiydi?
1982 senesi, ödüller alıyordum, bir atölye oluşturarak ressam olmayı deneyimledim. Delice bir karardı. Hala şaşırıyorum, başka bir şey yapamazdım.

Resime ilk başladığınızdaki ilham kaynağınız ile bugünkü ilham kaynağınız örtüşüyor mu? Farklılaştı mı?
Tabii ki farklılaşıyor, ama sorular ve sorunsallar aynı. Sanatçı olarak yaşamak ve devamlı resim yapmak bir serüven.

Fransa’da eğitim aldınız  orada resim ile ilgili anılarınız, deneyimleriniz neler oldu?
Kısaca hayal kırıklığı oldu. Tabii ki görgü kazandım.


Yurt dışından beğendiğiniz sanatçılar kimler?
 Gerard Rihter,Olafur Eliasson, kolaj yapan ressamlar, tüm feminist sanatçılar, Çinli ve İranlı sanatçılar gibi adı bende saklı başka çağdaş sanatçılar.

Bilinci beslemek gerekiyor diyorsunuz, nasıl besliyorsunuz bilincinizi?
 İki şekilde, öncelikle dünyasal ve kuramsal.


Türkiye’de çağdaş sanatın gelişimi ile ilgili neler söylersiniz?
Çağdaş sanat mecrası çok sorunlu, kimse kimseyi tanımıyor, tanımak için de bir çaba sarf etmiyor, kısaca kurumların ve bu aktörlerin saydamlaşması gerekiyor. Kutuplaşmayı aşarsak dünyalı olabiliriz. Bu da kendi “değer”lerimizi değerlendirmekle olur.


“Sanatçı hep aynı şeyi yapar psikolojik açıdan. Yani en derinde hep aynı şeyi yapıyorsun.” demişsiniz, siz sanatınızda neyi dert ediniyorsunuz?
Öncelikle bedeni, kim olmayı, ne olmayı değil…

Resim okuyan gençlere ne tavsiye edersiniz?

Bir dünya oluşturmalarını ve bu dünyayı etkileyen klasik ve çağdaş temel kuramlarını yani litaratütürü öğrenmelerini tavsiye ederim. Gençler litaratürü yok sayıyor, bu çok cahilce ve tehlikeli.



Atölye ortamınız nasıldır? 
Klasik bir atölye ortamı yok, çünkü çağdaş sanat yapıyorum. Öyle bohem sanatçı tavırlarını sevmiyorum. Bazen bir bilim adamı gibi, bazen bir derviş gibi, bazen de bir şaman gibi… Beni motive eden şey rüyalarım çünkü sürekli, durmaksızın değişik rüyalar görüyorum.Örneğin “Yer Değiştirme”yi rüyalarımda yakaladım. Sonra Freud’dan referans aldım.

Lapsus kitabınızın içeriğinden bahseder misiniz? Bir manifestoydu diyebilir miyiz?
Evet, bir manifesto olduğunu  Levent Çalıkoğlu söyledi. Çünkü Batı ve batıcıl sanat yapan sanatı eleştirmekti. Hala batı sanat dünyasına oynayan birçok  sanatçı ve küratörleri anlamakta zorluk çekiyorum. Batıyı merkez almalarını anlayamıyorum. Tabii ki batıyı ciddiye almadığım anlamına gelmemeli bu sözlerim.



Sanat sizin için ne demek?
Öncelikle, “Sanatçı nedir?” diye sormaya ve düşünmeye başladım. Sanatçı gariptir, tuhaftır, endişelidir, yamuktur, resmi ideoloji ile asla barışık değildir, ne istediğini bilmeyendir; “mekân” ve “zaman” ile sorunları olan, dünyanın durumuna üzülen, her daim acı çeken ama bunu çalışmalarında gösteren, kafası-zihni her daim karışabilen, çocuksu, saf, hem “feminist” hem de post-feminist, yaşadığı, karşılaştığı dişil varlıklardan korkan aynı zamanda eril bakışa, patriyarkal sisteme karşı çıkabilen bir varlıktır. Dolayısıyla sanatçıyı sorgularken, sonrasında sanatı da sorgulamaya başladım ontolojik olarak. Dolayısıyla dil-kültür, metin, söylem, gösterge ve imge benim sorunsallarım oldu. “Kimlik, kültürel bir inşadır.” Bizler toplumsal süreçte kişi oluruz. Bu noktada da dilin, kimlik kavramının anlaşılmasına aracılık ettiğini belirtmek gerekir. Tabii ki kimlik mutlak değildir. Sanat aslında kimlik sorgulamasıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder